YDS’de En Çok Çıkan Kelimeler
About: Hakkında, yaklaşık
- What do you think about YDS? / YDS hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Above: Yukarıda, üzerinde
- Seen from above the cars looked tiny. / Arabalar yukarıdan küçücük görünüyor.
- Abroad: Yurt dışında, dışarıda, gurbette
- She worked abroad for a year. / O bir yıl boyunca yurt dışında çalıştı.
- Absence: Yokluk
- The decision was made in my absence. / Karar benim yokluğumda alındı.
- Absent: Yok
- An absent expression. / Bir açıklama yok.
- Absolute: Kesin, saf, mutlak, tam
- Beauty cannot be measured by any absolute standard. / Güzellik herhangi bir mutlak standart tarafından ölçülemez.
- Absolutely: Kesinlikle
- You’re absolutely right. / Sen kesinlikle haklısın.
- Absorb: Emmek
- Plants absorb carbon dioxide from the air. / Bitkiler havadan karbondioksiti emer.
- Abuse: Kötüye kullanmak, suistimal, kötüye kullanma, taciz.
- The referee had been threatened and abused. / Hakem tehdit ve taciz edilmişti.
- Academic: Akademik, bilimsel
- An academic career / Bir akademik kariyer
- Accent: Aksan, şive, ağız
- She spoke English with an accent. / O bir aksan ile İngilizce konuştu.
- Acceptable: Kabul edilebilir, uygun, makul
- Children must learn socially acceptable behaviour. / Çocuklar toplumsal olarak kabul edilebilen davranışları öğrenmeli.
- Accept: Kabul etmek
- She’s decided not to accept the job. / O, işi kabul etmemeye karar verdi.
- Access: Giriş, erişim
- There is easy access by road. / Karayolu ile kolay erişim vardır.
- Accident: Kaza, istenmeyen olay
- He was killed in an accident. / O bir kazada öldü. The accident happened at 3 p.m. / Kaza saat 3.00’te oldu.
- Accidental: Tesadüfi, kazara, rastlantı
- As I turned around, I accidentally hit him in the face. / Dönerken kazara onun yüzüne vurdum.
- Accommodation: Konaklama
- Hotel accommodation is included in the price of your holiday. / Otel konaklaması tatilinizin fiyatına dahildir.
- Accompany: Eşlik etmek
- His wife accompanied him on the trip. / Onun karısı yolculukta ona eşlik etti.
- According to: -e göre
- According to Mick, it’s a great movie. / Mick’e göre o mükemmel bir film. You’ve been absent six times according to our records. / Bizim kayıtlarımıza göre altı kez yoksunuz.
- Account: Hesap, açıklama
- In English law a person is accounted innocent until they are proved guilty. / İngiliz kanununda bir insan suçu kanıtlanana kadar masum hesap edilir.
- Accurate: Doğru, tam, kesin
- The article accurately reflects public opinion. / Makale tamamıyla halkın görüşünü yansıtıyor.
- Accuse: Suçlamak, itham etmek
- The government was accused of incompetence. / Hükümet beceriksizlik ile suçlandı.
- Achieve: Ulaşmak, elde etmek, başarmak
- He had finally achieved success. / O, sonunda başarıya ulaşmıştı.
- Achievement: Başarı
- They were proud of their children’s achievements. / Onlar çocuklarının başarısından gururluydu.
- Acid: Asit
- Acknowledge: Onaylamak, kabul etmek
- Are you prepared to acknowledge your responsibility? / Sorumluluğunuzu kabul etmeye hazır mısınız?
- Acquire: Kazanmak, elde etmek
- He has acquired a reputation for dishonesty. / O, sahtekarlık için bir ün kazanmıştır.
- Across: Karşısında, içinden, karşıya, karşıdan karşıya
- He walked across of field. / O, alanın karşısında yürüdü.
- Act: Hareket, eylem, davranmak
- The girl’s life was saved because the doctors acted so promptly. / Doktorlar derhal harekete geçtiği için kızın hayatı kurtuldu.
- Action: Eylem, hareket, faaliyet
- She began to explain her plan of action to the group. / O, gruba hareket planını açıklamaya başladı. Her quick action saved the child’s life. / Onun hızlı hareketş çocuğun hayatını kurtardı.
- Active: Aktif, etken
- Although he’s nearly 80, he is still very active. / O neredeyse 80 yaşında olmasına rağmen hâlâ çok aktif.
- Activity: Etkinlik, faaliyet, aktivite
- The streets were noisy and full of activity. / Kaslar fiziksel etkinlik sırasında kasılır ve rahatlar.
- Actor: Aktör, erkek oyuncu
- Actor Cem Yılmaz starred in many films. / Aktör Cem Yılmaz birçok filmde rol aldı.
- Actress: Kadın oyuncu
- Nicole Kidman is a actress / Nicole Kidman bir kadın oyuncudur.
- Actual: Gerçek, asıl, güncel
- The actual cost was higher than we expected. / Gerçek maliyeti beklediğimizden daha yüksekti. The wedding preparations take weeks but the actual ceremony takes less than an hour. / Düğün hazırlıkları haftalar alır fakat asıl tören bir saatten az zaman alır.
- Actually: Aslında, gerçekten
- We’re not American, actually. We’re Canadian. / Biz aslında Amerikan değiliz, biz Kanada’lıdıyız.
- Ad: İlan, reklam, duyuru
- We publishing an ad in the local newspaper. / Yerel gazetede bir reklam yayınlıyoruz.
- Adapt: Uyarlamak, adapte etmek
- Three of her novels have been adapted for television. / Onun romanlarından üçü televizyon için uyarlandı.
- Add: Eklemek, katmak, ilave etmek
- The juice contains no added sugar. / Meyve suyu ilave çeker içermez. Shall I add your name to the list? / Sizin adınızı listeye ekleyecek miyim?
- Addition: İlave, ek, toplama
- Children learning addition and subtraction. / Çocuklar toplama ve çıkarmayı öğreniyor.
- Additional: Ek, ilave, ayrıca
- Additionally, the bus service will run on Sundays, every two hours. / Ayrıca, otobüs hizmeti pazar günleri her iki saatte bir çalışacak.
- Address: Adres, konuşma, söylev, ele almak
- The letter was correctly addressed, but delivered to the wrong house. / Mektubun adresi doğruydu ama yanlış eve teslim edildi.
- Adequate: Yeterli, uygun, elverişli
- The room was small but adequate. / Oda küçük ama yeterli. He didn’t give an adequate answer to the question. / Soruya yeterli bir cevap vermedi.
- Adjust: Ayarlamak, düzeltmek
- This button is for adjusting the volume. / Bu düğme ses ayarı içindir.
- Admiration: Hayranlık, beğeni, takdir
- I have great admiration for her as a writer. / Ben, bir yazar olarak ona büyük hayranlık besliyorum.
- Admire: Hayran, takdir etmek, çok beğenmek
- I really admire your enthusiasm. / Ben gerçekten senin gayretine hayranım.
- Admit: İtiraf etmek
- Don’t be afraid to admit to your mistakes. / Yanlışlarınızı itiraf etmeye korkmayın.
- Adopt: Evlat edinmek, benimsemek, kabul etmek
- A campaign to encourage childless couples to adopt. / Çocuksuz çiftleri evlat edinmeye teşvik için bir kampanya. All three teams adopted different approaches to the problem. / Üç takımın hepsi problemlere karşı farklı yaklaşımları benimsedi.
- Adult: Yetişkin, büyümüş
- Young people preparing for adult life. / Genç insanlar yetişkin hayatı için hazırlanıyor. The adult population / Yetişkin nüfus
- Advance: İlerleme, gelişme, avans
- She closed the door firmly and advanced towards the desk. / O, kapıyı sıkıca kapattı ve masaya doğru ilerledi.
- Advanced: Gelişmiş, ileri
- Advanced technology / İleri teknoloji Advanced industrial societies / Gelişmiş sanayi toplumları.
- Advantage: Avantaj, fayda, çıkar
- She had the advantage of a good education. / O, iyi bir eğitim için avantaja sahipti. Each of these systems has its advantages and disadvantages. / Bu sistemlerden her birinin avantajları ve dezavantajları vardır.
- Adventure: Macera, serüven, tehlikeli iş, risk
- When you’re a child, life is one big adventure. / Sen çocukken hayat büyük bir maceraydı. Adventure stories / Macera hikayeleri
- Advert: İlan, duyuru, reklam, değinmek, bahsetmek
- The adverts on television / Televizyondaki reklamlar
- Advertise: Duyurmak, ilan etmek, reklamını yapmak
- If you want to attract more customers, try advertising in the local paper. / Müşrerilerinizi daha fazla çekmek isterseniz yerel gazeteye reklam yapmayı deneyin.
- Advertisement: İlan, reklam, duyuru
- Put an advertisement in the local paper to sell your car. / Arabanızı satmak için yerel gazeteye bir reklam verin.
- Advertising: İlan, reklamcılık, duyurma
- A good advertising campaign will increase our sales. / İyi bir reklam kampanyası satışlarımızı arttıracak. Cigarette advertising has been banned. / Sigara reklamcılığı yasaklandı.
- Advice: Nasihat, tavsiye, öğüt
- Follow your doctor’s advice. / Doktorunun tavsiyelerine uy.
- Advise: Bildirmek, tavsiye etmek
- She advises the government on environmental issues. / O, çevre konularında hükümete tavsiyelerde bulunur.
- Affair: İlişki, mesele, iş, olay
- Affairs of state / Devlet işleri She wanted the celebration to be a simple family affair. / O, kutlamanın basit bir aile meselesi olmasını istedi.
- Affect: Etkilemek, arzu, heyecan, sevmek, hoşlanmak
- How will these changes affect us? / Bu değişiklikler bizi nasıl etkileyecek. Your opinion will not affect my decision. / Sizin düşünceniz benim kararımı etkilemeyecek.
- Affection: Sevgi, eğilim, düşkünlük
- I have a great affection for New York. / New York için muazzam bir sevgiye sahibim.
- Afford: Gücü yetmek, parası yetmek, zaman ayırabilmek, göze almak
- Can we afford a new car? / Yeni bir araba almaya paramız yeter mi?
- Afraid: Korku, korkmuş
- Don’t be afraid. / Korkma Are you afraid of spiders?/ Örümceklerden korkuyor musun?
- After: Sonra, ardından
- I could come next week, or the week after. / Ben gelecek hafta veya sonraki hafta gelebilirim.
- Afternoon: Öğleden sonra
- Where were you on the afternoon of May 21? / 21 Mayıs, öğleden sonra neredeydiniz?
- Afterwards: Sonra, daha sonra
- Let’s go out now and food eat afterwards. / Haydi şimdi dışarı çıkalım ve daha sonra yemek yiyelim.
- Again: Yine, tekrar, yeniden, bir daha
- When will I see you again? / Seni bir daha ne zaman göreceğim?
- Against: Karşı, aleyhinde
- The evidence is against him. / Kanıtlar onun aleyhinde. The rain beat against the windows. / Yağmur pencereye karşı vuruyor.
- Age: Yaş, çağ, devir, uzun bir zaman
- He left school at the age of 18. / O, 18 yaşında okulu bıraktı. When I was your age I was already married. / Ben zaten senin yaşındayken evliydim. The age of the computer / Bilgisayar çağı Carlos left ages ago. / Carlos uzun yıllar önce ayrıldı.
- Aged: Yaşında, yaşlı, ihtiyar
- They have two children aged six and nine. / Onlar 6 ve 9 yaşında iki çocuğa sahip. Services for the sick and the aged / Hizmetler hasta ve yaşlılar için
- Agency: Ajans, acenta, vasıta
- An advertising agency. / Bir reklam ajansı. International aid agencies caring for refugees / Mülteciler için uluslararası yardım ajansları.
- Agent: Ajan, temsilci, faktör
- An insurance agent. / Bir sigorta acentası.
- Aggressive: Agresif, saldırgan
- He gets aggressive when he’s drunk. / O içtiği zaman agresifleşir.
- Ago: Önce, evvel
- She was here just a minute ago. / O henüz bir dakika önce buradaydı.
- Agree: Kabul etmek, anlaşmak, hem fikir olmak
- Next year’s budget has been agreed. / Gelecek yılın bütçesi kabul edildi.
- Agreement: Anlaşma, sözleşme, uzlaşma.
- International peace agreement / Uluslararası barış anlaşması
- Ahead: Önde, ileri, ilerde, önceden
- The road ahead was blocked. / Yol ilerde kapandı. Our team was ahead by six points. / Bizim takımımız altı puan önde.
- Aid: Yardım, destek
- This feature is designed to aid inexperienced users. / Bu özellik deneyimsiz kullanıcılara yardımcı olmak için tasarlanmıştır.
- Aim: Amaç, hedef
- We aim to be there around six. / Biz yaklaşık altı civarında orada olmayı hedefliyoruz.
- Air: Hava, gökyüzü
- Air pollution / Hava kirliliği
- Aircraft: Uçak, mal ve yolcu taşımaya yarayan hava taşıtı
- Airport: Havaalanı, havalimanı
- Betül is waiting in the airport lounge. / Betül havalimanı salonunda bekliyor.
- Alarm: Telaş, korku, tehlike işareti, alarm
- Alarmed: Panik, paniğe kapılmış
- She was alarmed at the prospect of travelling alone. / O yalnız seyahat ihtimalinde paniğe kapıldı.
- Alarming: Korkutucu, endişe verici
- The rainforests are disappearing at an alarming rate. / Yağmur ormanları korkutucu bir oranda azalıyor.
- Alcohol: Alkol
- He never drinks alcohol. / O asla alkol almaz.
- Alcoholic: Alkolik
- Alive: Canlı, sağ
- We don’t know whether he’s alive or dead. / Onun canlı veya ölü olup olmadığını bilmiyoruz. Is your mother still alive? / Anneniz hala yaşıyor mu?
- All: Tüm, hep, bütün, hepsi, tamamen
- He lives all alone. / O hep yalnız yaşar. The coffee went all over my skirt. / Kahve tamamen üzerime döküldü.
- Allied: Müttefik, bağlaşık, akraba
- Many civilians died as a result of allied bombing. / Müttefik bombalamasının bir sonucu olarak birçok sivil öldü.
- Allow: İzin vermek
- We do not allow smoking in the hall. / Biz salonda sigara içilmesine izin vermeyiz.
- All Right: Tamam, peki, fena değil, olur, anlaşıldı mı
- ‘I’m really sorry.’ ‘That’s all right, don’t worry.’ / ‘Ben gerçekten üzgünüm’ ‘Peki, tamam, endişelenme’
- Ally: Müttefik, dost, birleşmek, ittifak
- The prince allied himself with the Scots. / Prens İskoçlar ile ittifak kurdu.
- Almost: Neredeyse, hemen hemen
- Dinner’s almost ready. / Akşam yemeği neredeyse hazır. Their house is almost opposite ours. / Onların evi bizimkinin hemen hemen karşısında. They’ll eat almost anything. / Biz neredeyse hiçbir şey yemeyeceğiz.
- Alone: Tek başına, yalnız.
- He lives alone. / O yalnız yaşar. The shoes alone cost £200. / Ayakkabı maliyeti yalnız 200 sterlin.
- Along: Boyunca, ileriye, birisi ile
- We’re going for a swim. Why don’t you come along? / Biz yüzmeye gidiyoruz. Niçin bizimle gelmiyorsunuz?
- Alongside: Yanında, yanı sıra
- Traditional beliefs still flourish alongside a modern urban lifestyle. / Modern kentsel yaşam tarzının yanında geleneksel inançlar gelişim halinde.
- Aloud: Yüksek sesle
- The teacher listened to the children reading aloud. / Öğretmen yüksek sesle okuyan çocukları dinledi.
- Alphabet: Alfabe, ilkeler, esaslar
- Alpha is the first letter of the Greek alphabet. / Alfa Yunan alfabesinin ilk harfidir.
- Alphabetical: Alfabetik
- The names on the list are in alphabetical order. / Listedeki isimler alfabetik olarak listelenmiştir.
- Already: Zaten, önceden
- ‘Lunch?’ ‘No thanks, I’ve already eaten.’ / Öğle yemeği? Hayır, teşekkürler, ben zaten yedim.
- Also: Ayrıca, -de -da, keza, üstelik
- She’s fluent in French and German. She also speaks a little Italian. / O Fransızca ve Almancada akıcıdır. Ayrıca İtalyancayı da biraz konuşur.
- Alter: Değiştirmek, değişmek
- Prices did not alter significantly during 2007. / Fiyatlar 2007 boyunca önemli ölçüde değişmedi.
- Alternative: Alternatif, değişik
- Do you have an alternative solution? / Alternatif bir çözümünüz var mı?
- Alternatively: Alternatif olarak
- The agency will make travel arrangements for you. Alternatively, you can organize your own transport. / Acenta sizin için seyahat düzenlemeleri yapacak. Alternatif olarak kendi taşımanızı organize edebilirsiniz.
- Although: Rağmen, karşın, olduğu halde
- Although small, the kitchen has been well designed. / Küçük olmasına rağmen mutfak iyi dizayn edilmiş.
- Altogether: Tamamen, büsbütün, hepten
- The train went slow until it stopped altogether. / Tren tamamen durana kadar yavaş gitti.
- Always: Daima, her zaman
- Always lock your car. / Daima arabanızı kitleyin. She always arrives at 7.30. / O daima 7.30’da varır.
- a.m. : Gece yarısı 12 ile öğlen 12 arası.
- Football match will start at 10 a.m. / Futbol maçı sabah saat 10’da başlayacak.
- Amaze: Şaşırtmak, hayrete düşürmek, sürpriz
- Amazed: Şaşırmış, hayret etmiş
- Amazing: Şaşırtıcı, ilginç, hayret verici
- An amazing achievement/discovery/success/performance / Şaşırtıcı bir başarı / keşif / sonuç / performans
- Ambition: Hırs, tutku
- She was intelligent but suffered from a lack of ambition. / O zekiydi ama hırs eksikliğden zarar gördü.
- Ambulance: Ambulans, can kurtaran, hasta veya yaralı insanları hastaneye taşımak için özel ekipmanlarla hazırlanmış araç.
- Among: Arasında, içinde
- A house among the trees / Ağaçlar içinde bir ev
- Amount: Miktar, anlamına gelmek
- Amuse: Eğlendirmek, neşelendirmek, güldürmek
- This will amuse you. / Bu sizi eğlendirecek.
- Amused: Güldürmek, neşelendirmek
- Janet was not amused. / Janet neşeli değildi.
- Amusing: Eğlenceli, komik, gülünç
- An amusing story/game/incident / Eğlendirici bir hikaye / oyun / olay She writes very amusing letters. / O, çok eğlendirici mektuplar yazar.
- Analyse: Analiz etmek, çözümlemek
- He tried to analyse his feelings. / O duygularını analiz etmeye çalıştı.
- Analysis: Analiz, çözümleme, inceleme
- The book is an analysis of poverty and its causes. / Kitap fakirlik ve nedenlerinin bir analizidir. At the meeting they presented a detailed analysis of twelve schools in a London borough / Toplantıda bir Londra kasabasındaki 12 okulun detaylı analizini sundular.
- Ancient: Eski, çok eski, eskiden kalma
- Ancient history/civilization / Eski tarih / medeniyet Ancient Greece / Eski Yunan
- And: ve, ile, de
- A table and two chairs / Bir masa ve iki sandalye Bread and butter / Ekmek ve tereyağı
- Anger: Öfke, kızgınlık
- Jan slammed her fist on the desk in anger. / Jan kızgınlığında masaya yumruk attı.
- Angle: Açı, köşe, çarpıtmak, olta ile balık tutmak
- A 45° angle / 45 derecelik bir açı The photo was taken from an unusual angle. / Fotoğraf sıradışı bir açıdan çekilmiştir.
- Angry: Öfkeli, kızgın, hiddetli
- Her behaviour really made me angry. / Onun davranışı gerçekten beni kızdırdı.
- Animal: Hayvan
- A small furry animal / Küçük tüylü bir hayvan
- Ankle: Ayak bileği
- My ankles have swollen. / Benim ayak bileklerim şişmiş.
- Anniversary: Yıl dönümü
- He was died on the anniversary of his wife’s death. / O karısının ölümünün yıl dönümünde öldü.
- Announce: Duyurmak, bildirmek, ilan etmek
- The government yesterday announced to the media plans to create a million new jobs. / Hükümet dün bir milyon yeni iş kurmak için planlarını medyaya duyurdu.
- Annoy: Kızdırmak, sinirlendirmek, rahatsız etmek
- I’m sure she does it just to annoy me. / Eminim o sadece beni kızdırmak için yapıyor.
- Annoyed: Kızgın, rencide
- Annoying: Can sıkıcı
- This interruption is very annoying. / Bu kesinti çok can sıkıcı
- Annual: Yıllık
- An annual meeting/event/report / Bir yıllık toplantı / etkinlik / rapor
- Annually: Yıllık, yılda bir kez, her yıl
- The exhibition is held annually. / Sergi her yıl düzenlenmektedir.
- Another: Başka, farklı, bir başka
- We need another computer. / Bizim bir başka bilgisayara ihtiyacımız var.
- Answer: Yanıt, cevap
- I repeated the question, but she didn’t answer. / Ben soruyu tekrarladım, fakat o cevap vermedi.
- Anti-: Karşı, zıt, muhalif, anti, önlemek
- Antisocial / Toplum düzenini reddeden Antifreeze / Donmayı önleyici
- Anticipate: Tahmin etmek, beklemek, öngörmek
- Our anticipated arrival time is 8.30. / Varış süresinin 8.30 olduğunu tahmin ediyoruz.
- Anxiety: Kaygı, endişe
- If you’re worried about your health, share your anxieties with your doctor. / Sağlığınızdan endişe ederseniz kaygılarınızı doktorunuzla paylaşın.
- Anxious: Endişeli, kaygılı
- Parents are naturally anxious for their children. / Ebeveynler doğal olarak çocukları için endişelenir.
- Any: Herhangi biri, hiç, her
- He wasn’t any good at French. / O Fransızcada hiç iyi değildi.
- Anybody: Herhangi biri, kimse, hiç kimse
- Is there anybody who can help me? / Bana yardım edebilecek herhangi biri var mı?
- Anyone: Kimse, herhangi biri, hiç kimse
- Is anyone there? / Orada kimse var mı? Did anyone see you? / Siz hiç kimseyi gördünüz mü?
- Anything: Bir şey, herhangi bir şey, hiçbir şey, her şey
- Would you like anything else? / Başka bir şey ister misiniz?
- Anyway: Zaten, neyse, nasıl olsa, yine de, her halükarda
- It’s too expensive and anyway the colour doesn’t suit you. / O çok pahalı ve zaten rengi size uygun değil The water was cold but I took a shower anyway. / Su soğuktu ama ben yine de bir duş aldım.
- Anywhere: Herhangi bir yere, hiçbir yerde
- I can’t see it anywhere. / Ben onu hiçbir yerde göremem. He’s never been anywhere outside Britain. / O İngiltere dışında hiçbir yerde bulunmadı.
- Apart: Ayrı, arası (uzaklık veya zaman)
- We’re living apart now. / Biz şimdi ayrı yaşıyoruz.
- Apart From: Hariç, ek olarak, başka
- Apart from their house in London, they also have a villa in Spain. / Londra’daki evlerinden başka, onların bir de İspanya’da villaları var.
- Apartment: Daire, apartman dairesi
- You can visit the whole palace except for the private apartments. / Özel daireler hariç tüm sarayı ziyaret edebilirsiniz.
- Apologize: Özür dilemek
- Why should I apologize? / Neden özür dilemeliyim? We apologize for the late departure of this flight. / Bu uçuşun geç kalkışı için özür dileriz.
- Apparent: Açık, bariz, aşikar, belli
- It was apparent from her face that she was really upset. / Onun yüzünden belliydi gerçekten üzgün olduğu.
- Apparently: Görünüşe göre, belli ki, anlaşılan
- Apparently they will divorced soon. / Görünüşe göre onlar yakında boşanmış olacak.
- Appeal: İtiraz, başvuru, temyiz
- The company is appealing against the ruling. / Şirket, karara karşı itiraz ediyor.
- Appearance: Görünüş, kılık kıyafet
- Judging by appearances can be misleading. / Görünüşe bakarak yargılamak yanıltıcı olabilir.
- Appear: Görünmek, gözükmek
- He appears a perfectly normal person. / O Gayet normal bir insan olarak görünür.
- Apple: Elma
- A garden with three apple trees. / Üç elma ağacı ile bahçeler.
- Application: Uygulama, başvuru, dilekçe
- A passport application / Bir pasaport uygulaması
- Apply: Uygulamak, başvurmak, kullanmak
- He has applied to join the army. / Orduya katılmak için başvurdu.
- Appoint: Atamak, belirlemek, tayin etmek
- They have appointed a new head teacher at my son’s school. / Oğlumun okuluna yeni bir baş öğretmen atadılar.
- Appointment: Randevu, atama, tayin
- Do you have an appointment? / Bir randevunuz var mı? I’ve got a dental appointment at 3 o’clock. / Saat 3’te bir diş randevum var.
- Appreciate: Takdir etmek, beğenmek
- Her family doesn’t appreciate her. / Ailesi onu takdir etmez.
- Approach: Yaklaşım, girişim, yol, teşebbüs
- Appropriate: Uygun, yerinde
- He questioned the appropriateness of their methods. / Onların yöntemlerinin uygunluğunu sorguladı. Jeans are not appropriate for a formal party. / Kot resmi bir parti için uygun değildir.
- Approval: Onay, kabul, onaylama
- She desperately wanted to win her father’s approval. / Umutsuzca babasının onayını kazanmak istedi.
- Approve: Onaylamak, kabul etmek
- Do you approve of my idea? / Benim fikrimi onaylıyor musunuz? The committee unanimously approved the plan. / Komite oy birliği ile planı onayladı.
- Approximate: Yaklaşık, yakın, benzer
- The cost given is only approximate. / Sadece yaklaşık fiyat verildi.
- Approximately: Yaklaşık olarak, takriben
- The journey took approximately seven hours. / Yolculuk yaklaşık olarak yedi saat sürdü. The two buildings were approximately equal in size. / İki bina yaklaşık olarak aynı boyutta.
- April: Nisan
- She was born in April. / O, nisanda doğdu. We went to Japan last April. / Geçen nisanda Japonya’ya gittik.
- Area: Alan, bölge
- Desert areas / Çöl bölgeleri There is heavy traffic in the downtown area tonight. / Kent merkezinde bu gece yoğun bir trafik vardır.
- Argue: Tartışmak, iddia etmek
- My brothers are always arguing. / Kardeşlerim sürekli tartışıyor.
- Argument: Tartışma, iddia, münakaşa
- After some heated argument a decision was finally taken. / Hararetli bir tartışmadan sonra nihayet bir karar alındı.
- Arise: Ortaya çıkmak, doğmak, kaynaklanmak
- A new crisis has arisen. / Yeni bir kriz ortaya çıkmış.
- Arm: Kol, dal, silah
- The country was arming against the enemy. / Ülke düşmana karşı silahlanıyor.
- Armed: Silahlı, zırhlı, ateşli
- An international armed conflict / Uluslararası silahlı bir çatışma An armed robbery / Silahlı bir hırsız
- Army: Ordu
- Her husband is in the army. / Onun kocası orduda After leaving school, Mike went into the army. / Mike okuldan ayrıldıktan sonra orduya girdi.
- Around: Çevresinde, etrafında
- They walked around the lake. / Onlar göl çevresinde yürüdü
- Arrange: Düzenlemek, ayarlamak, organize etmek
- Can I arrange an appointment for Monday? / Pazartesi için bir randevu ayarlayabilir miyiz? She arranged the flowers in vase. / O, vazodaki çiçekleri düzenledi.
- Arrangement: Düzenleme, anlaşma, tertip
- She’s happy with her unusual living arrangements. / O sıradışı yaşam düzenlemeleri ile mutlu. We can come to an arrangement over the price. / Biz fiyatlar üzerinde bir düzenlemeye gidebiliriz.
- Arrest: Tutuklamak
- She was arrested on suspicion of murder. / O, cinayet şüphesi ile tutuklandı.
- Arrival: Varış, geliş
- There are 120 arrivals and departures every day. / Her gün 120 varış ve geliş vardır. The first arrivals at the concert got the best seats. / Konserde ilk gelenler en iyi koltukları alır.
- Arrive: Varmak, ulaşmak, başarmak, gelmek
- I’ll wait until they arrive. / Ben onlar ulaşana kadar bekleyeceğim. A letter arrived for you this morning. / Bu sabah sizin için bir mektup geldi.
- Arrow: Ok, Ok işareti
- Use the arrow keys to move the cursor. / İmleci hareket ettirmek için ok tuşlarını kullanın.
- Art: Sanat, sanatsal, hüner, ustalık
- Contemporary art / Çağdaş sanat Collection of art and antiques / Sanat ve antika koleksiyonu
- Article: Makale, madde, eşya, nesne, sözleşmeyle bağlanmak
- Have you seen that article about young fashion designers? / Genç moda tasarımcıları hakkındaki makaleyi gördünüz mü? Articles of clothing / Giyim eşyaları
- Artificial: Yapay, suni
- Job interview is a very artificial situation. / İş görüşmesi çok yapay bir durumdur.
- Artist: Sanatçı, ressam
- A graphic artist / Bir grafik sanatçısı
- Artistic: Sanatsal, sanatçı ruhlu, güzel sanatlarla ilgili
- The artistic works of the period / Dönemin sanatsal eserleri She comes from a very artistic family. / O çok sanat ruhlu bir aileden geliyor.
- As: Olarak, gibi, kadar, iken, olduğu gibi
- As she grew older she gained in confidence. / O yaşlanırken güven kazandı. She’s very tall, as is her mother. / O annesi gibi uzun.
- Ashamed: Mahcup, utanmış
- Aside: Bir tarafa, bir yana
- She pulled the curtain aside. / O bir tarafa perde çekti.
- Aside from: -den başka, dışında
- Ask: Sormak, istemek, rica etmek
- Can I ask a question? / Ben bir soru sorabilir miyim? All the students were asked to complete a questionnaire. / Bütün öğrencilerin bir anket doldurmaları istendi.
- Asleep: Uykuda, uyumuş
- The police found him asleep in a garage. / Polis onu garajda uyurken buldu.
- Aspect: Görünüm, görünüş, yön, cephe
- The book aims to cover all aspects of city life. / Kita şehir hayatının bütün yönlerini kapsıyor.
- Assistance: Yardım, destek
- He can walk only with the assistance of crutches. / O yalnız koltuk değneklerinin yardımı ile yürüyebilir.
- Assistant: Yardımcı, asistan, tezgahtar
- Assistant Attorney General William Weld / Yardımcı başsavcı William Weld
- Assist: Yardım, destek, sayı yapma pası
- Anyone willing to assist can contact with this number. / Yardımcı olmayı isteyen herkes bu numara ile irtibat kurabilir.
- Associate: Ortak, arkadaş, dost, birleştirmek, çağrıştırmak, bağdaştırmak, ilişkilendirmek
- I always associate the smell of baking with my childhood. / Fırının kokusu bana daima çocukluğumu çağrıştırır. Most people immediately associate addictions with drugs, alcohol and cigarettes. / İnsanların çoğu uyuşturucu, alkol ve sigarayı bağımlılık ile ilişkilendirir.
- Associated: İlişkili, birleşmiş
- Salaries and associated costs have risen substantially. / Maaşlar ve ilişkili maliyetler önemli ölçüde artmıştır.
- Association: Dernek, ortaklık, iş birliği
- Football Association / Futbol derneği
- Assume: Üstlenmek, farz etmek, saymak, varsaymak
- In the story the god assumes the form of an eagle. / Hikayede tanrı bir kartal şeklinde varsayılır. The court assumed responsibility for the girl’s. / Mahkeme kızın sorumluluğunu üstlendi.
- Assure: Sağlamak, temin etmek, garanti etmek
- This achievement has assured her a place in the history books. / Bu başarı onun tarih kitaplarındaki yerini garanti etti.
- At: -de, -da, -ye, -ya, -e, -a, savaşçı, asker
- At the corner of the street / Caddenin köşesinde They arrived late at the airport. / Onlar havaalanına geç geldi. We left at 2 o’clock. / Biz saat 2’de ayrıldık.
- Atmosphere: Atmosfer
- Pollution of the atmosphere / Atmosfer kirliliği Saturn’s atmosphere / Satürnün atmosferi
- Atom: Atom, zerre, çok az miktar
- The splitting of the atom / Atom bölme
- Attach: Eklemek, bağlamak, takmak, iliştirmek
- Attached: Bağlı, ekli, takılı
- I’ve never seen two people so attached to each other. / Ben birbirine öyle bağlı iki insan görmemiştim. The research unit is attached to the university. / Araştırma ünitesi üniversiteye bağlıdır.
- Attack: Saldırı, atak, hücum
- A woman was attacked and robbed by a gang of youths. / Genç bir çete tarafından bir kadın saldırıya uğradı ve soyuldu. The man attacked him with a knife. / Adam bir bir bıçakla ona saldırdı.
- Attempt: Girişim, teşebbüs, denemek
- I will attempt to answer all your questions. / Bütün sorularınızı cevaplamayı deneyeceğim. The prisoners attempted to escape, but failed. / Mahkumlar kaçmaya çalıştı, fakat başarısız oldu.
- Attempted: Teşebbüs etmek, denemek, kalkışmak
- We were shocked by his attempted suicide. / Biz onun intihar girişiminden şok olduk.
- Attend: Katılmak, devam etmek, bir yere gitmek, hazır bulunmak, hizmet etmek
- Our children will attend the same school. / Çocuklarımız aynı okula gidecek. The meeting was attended by 90% of shareholders. / Hissedarların % 90’ı toplantıya katıldı.
- Attention: Dikkat, ilgi, özen
- She tried to attract the waiter’s attention. / O garsonun dikkatini çekmeye çalıştı.
- Attitude: Tutum, tavır, davranış
- If you want to pass your exams you’d better change your attitude! / Sınavlarınızı geçmek istiyorsanız tavırlarınızı değiştirseniz daha iyi olur.
- Attorney: Avukat
- Attract: Çekmek, cezbetmek
- The exhibition has attracted thousands of visitors. / Sergi binlerce ziyaretçi çekti.
- Attraction: Cazibe, çekicilik
- Buckingham Palace is a major tourist attraction. / Buckingham sarayı önemli bir turist çekim merkezidir.
- Attractive: Cazip, ilgi çekici
- I like John but I don’t find him attractive physically. / Ben John’u beğenirim ama fiziksel olarak onu çekici bulmuyorum.
- Audience: İzleyici, dinleyici, seyirci
- The audience clapping for 10 minutes. / Seyirci 10 dakikadır alkışlıyor. Movie audiences / Film izleyicileri
- August: Ağustos
- Aunt: Teyze, hala, yenge
- My aunt lives in Canada. / Teyzem Kanada’da yaşıyor.
- Author: Yazar
- Who is your favourite author? / En sevdiğiniz yazar kim?
- Authority: Otorite, yetki, uzman, bilirkişi
- in a position of authority / bilirkişi pozisyonunda Only the manager has the authority to sign cheques. / Sadece yönetici çekleri imzalama yetkisine sahiptir.
- Automatic: Otomatik, kendi kendine olan
- A fully automatic driverless train / Tam otomatik sürücüsüz tren Automatic transmission / Otomatik vites
- Autumn: Sonbahar, güz
- in the autumn of 2013 / 2013’ün sonbaharında It’s been a very mild autumn this year. / Bu yıl sonbahar çok ılıman oldu.
- Available: Mevcut, geçerli, hazır, müsait
- We’ll send you a copy as soon as it becomes available. / Hazır olur olmaz size bir kopya göndereceğiz.
- Average: Ortalama
- The average of 4, 5 and 9 is 6. / 4, 5 ve 9’un ortalaması 6’dır.
- Avoid: Önlemek, kaçınmak
- The name was changed to avoid confusion with another firm. / Başka bir firma ile karışıklığı önlemek için adı değiştirildi.
- Awake: Uyanık, farkına varmak
- I was still awake when he came to bed. / O yatağa gittiği zaman ben hâlâ uyanıktım.
- Award: Ödül, karar, hüküm, vermek
- The judges awarded equal points to both finalists. / Uzmanlar her iki finalisti eşit puanla ödüllendirdi.a
- Aware: Farkında, haberdar, uyanık
- He was aware of the problem. / O, sorunun farkındaydı.
- Away: Uzak, uzakta, deplasmanda
- The beach is a mile away. / Sahil bir mil uzakta.
- Awful: Korkunç, berbat, müthiş, oldukça büyük
- The weather last summer was awful. / Geçen yaz hava berbattı.
- Awfully: Çok, son derece, müthiş bir şekilde
- I’m awfully sorry for this problem. / Ben bu problem için çok üzgünüm.
- Awkward: Garip, beceriksiz, sakar, ters, kullanışsız
- There was an awkward silence. / Bir garip sessizlik vardı. Don’t ask awkward questions. / Garip sorular sorma.
0 Yorum
AK Blog SEO
Read. Think. Exercise (Oku. Düşün. Uygula.)